Dolar 32,4687
%0.07
Euro 34,8256
%0.3
Altın 2.479,900
%0.72
Bist-100 9.530,00
%0

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

YARASA ÇOCUKLAR

Yine hafta sonu yasakları geldi ve hafta içi daha sıkı önlemler alınmaya başlandı, bence geç bile kalındı. Neyse, bu hafta sıkıcı şeylerden konuşmayalım ben söz verdim kendime bu konuda, aslında kendimi de biliyorum, ‘Pazartesi’ diyete başlayıp ‘Salı’ bırakanlar gibiyim. Anneannemin çok sevdiğim bir lafı vardır, “Konuşmayayım diyorum, yine konuşuyorum.” Şimdi kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüme, ben de yazmıyorum diyorum ama yazıyorum.

Ah sevgili okuyucu, sıkıcı şeylerden bahsetmeyelim de ne yazalım? Adaletsizlik, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, her gün çığ gibi büyüyen cinayetler ve insanlarda oluşan genel mutsuzluk ‘off, biliyorum içiniz karardı,’ benim de öyle. Oysa şimdi, adaya giden bir vapurun arka tarafından bakmak isterdim İstanbul’a, martıların bitmek bilmeyen şarkılarına eşlik etmek, gelen baharı kutlamak, kırlara çıkmak isterdim. Mesela, çiçek toplamak ve çocukluğumdaki gibi kavanozlarda biriktirmek. Sahi, ne çok papatya biriktirirdim o yıllarda kavanozda, her yanım çiçek tozlarına bulanırdı.

‘Ne güzel işte çiçek kokmak iyidir’.

Oysa şimdi, hepimiz ‘umutsuzluk’ kokuyoruz. Karamsarlık sinmiş üstümüze, çekilmişiz kendi köşelerimize sürüyoruz ‘hayat prangasını.’

Dora ile karşılaştım bu hafta, Dora, eski bir arkadaş. Oturup karşılıklı birer kahve içmeye hem vakit hem de yasaklardan dolayı mekân olmadığı için ayaküstü konuştuk biraz. Acelesi vardı, kendine ayrılan küçücük zamanda sanki her şeyi anlatması gerekiyordu. Çalışmak zorundaydı Dora, bu durumda olan milyon kentliden sadece biri; tanınmayan, bilinmeyen, kalabalıkların içindeki bir kişi. İş yeri Şişli’de, evi Sancaktepe’de ve her gün 3 saati iş ve ev arasında geçiyor bu insanın. İki çocuğu var ve sadece kendisi bakmak zorunda. Çalıştığı işin karşılığında aldığı parayı ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Şimdi soruyorsunuz biliyorum Neden? Bu güzel bir soru ama karşılıksız bu zamanda.

Konuşmamız bitip birbirimizden ayrılırken, maskenin tek görünen tarafından gözlerime baktı Dora ve “Kırlara gitmek istiyorum.” dedi. Sahi ne çok giderdik eskiden kırlara, börtü böceğin, kuş seslerinin olduğu yerlere. Çiçek tozlarına bulanmaya, baharı kutsamaya. Şimdi çoğumuz mecbur olduğumuz işi yaparak, mecburi hayatı yaşayıp sanal bir bahar yaşıyoruz. Eve geldim, hemen geçen yıl sipariş ettiğim içinde ufacık kurumuş bir açelya olan kolyemi taktım boynuma, avuçlarımın içinde alıp hissetmeye çalıştım o kırların kokusu.

Bahar geldi ve kırlar bizden çok uzakta, yenidünya düzeni çok daha zalimce.

Her bahar biraz daha uzaklaşıyoruz çiçek tozlarından, her bahar biraz daha tutsak yaşıyoruz. Kaçınız yapıyor yapmak istediklerini, kaçınız sevdiği işte çalışıyor, gerçekten para kazanmak zorunda olmadan ya da paranın gücünü hesaba katmadan kaçınız türetiyor, çalışıyor. Sanırım çok azımız. ‘İş değil aşk derler ya’ sistem ne yazık ki buna izin vermiyor. Yaptığı işe mecbur olan ya da mesleği dışında başka işler yapıp hayatını kazanmak zorunda olanların ülkesi artık burası ve üç tarafı denizlerle çevrili, her yanı bahar, çiçek kokan bu ülkenin çocukları baharı bile göremiyor. Her gün binlercesini görüyorum, sabah erken saatlerde alışveriş merkezlerine girip gün ışığını görmeden çalışıp, yaşamaya çalışan ‘yarasa çocukları’ tanıyorum.

Zaman bazıları için bir kaplumbağanın sırtında ilerliyor, kimileri içinse bir tavşanın kulaklarında sonunda kaplumbağalar, tavşanları yeniyordu değil mi azizim? Önemi var mi ki yarışların? Sonunda kaybedenler olunca.

Bir ülkenin gençleri bahar görmeden yaşıyorsa yeni bir ‘umut’ yazmak gerek.

Sevgili Ece’ciğim, çok güzel bir yazı yazmıştı bir dergiye, “Her dışarı çıkışımda bir karahindiba koparıp tüylerini üflüyorum sokağa. Üflemezsek gelecek sene hiç olmazlar diye endişeleniyorum.”

İyi hafta sonları..

Zeynep Çay - İstanbul Gündemi

[email protected]