Dolar 32,5957
%0.25
Euro 34,7831
%0.34
Altın 2.409,240
%-0.97
Bist-100 9.645,00
%-0.5

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

ŞŞTT BİRAZ SUSUN!

İnsan nasıl hissederse öyle değil mi mutlu? İki kadın geçiyor yan yana, biraz daha zahmet etseler değecek birbirine omuzları, değmiyorlar teğet geçiyorlar, birbirlerine zıt hayatları gibi. Biri başörtülü, diğeri mini etekli. Ön yargılar uçuşuyor beyinlerinde, oysaki soludukları hava bile aynı. Mini etekli ‘ yobaz’ bu diyor içinden, diğeri yoldan çıkmış, Allah ıslah etsin diye yoluna devam ediyor oysaki bilmiyorlar ki başörtülü hanım doğuda öğretmen, mini etekli hanım da ilahiyata ilgili. Ön yargılar yönetiyor, ele geçiriyor beyinlerimizi. Özgürlük, özgürlük diye bağırıyoruz, özgürlük bu düşüncenin neresinde, daha bir başkasının kıyafetine tahammülümüz yok.

Bir yokuşun tepesindeki bir evde, bir adam asıyor kendini, eski ve su kaçıran bir kalorifer borusuna. Yazdığı son iki satır yazıda “Beni affedin çocuklar,” diyor. İki kızı var birbirine yakın yaşta, süt istemişler alamamış, bir süt değil mesele o bardağı taşıran son damla belki de. Az ileride yokuşu bitirince lüks evler başlıyor, sıcacık odalarının, kapılarındaki kedilerin bile süt kaplarının hep dolu olduğu evler, hep sarı ışıkların yandığı.. Şubat ayazında açık pencereden genç bir kadın hıçkırığı duyuluyor, yüksek sesle konuşuyor; “Neden kimse beni sevmiyor, neden bu kadar yalnızım?” Genç kadının evinin yolundan her gün bir aktör geçiyor, 40’larının başlarında, birçok seveni var, takdir edeni, imreneni. Çok içiyor, her gece içiyor, neden içer insan diyor; “Çok sevenim olması, her şeye sahip olmak demek değildir,” diyor. O da yalnız, o da yaralı..

Açık camların pencerelerinden yükseliyor televizyon sesleri, fidanlar ölmüş dağlarda. Bir fahişe geçiyor önümden. Duruyor, saati soruyor, epey bir geç olmuş, gözlerinde şu soru “Bedeni mi satmak daha kolay yoksa ruhu mu? Peki, hangisi fahişelik?” Yüzüme karşı sorsa, hüngür hüngür ağlayacağım, sormuyor gecenin karanlığına karışıyor. “Şşşşşt sussun.” Konuşmak bir tık daha geçerse suç sayılıyor, herkes birbirinden şüpheli. Sessizlik öldürüyor, susmaksa ömür boyu yaralı.

Öldürüyoruz birbirimizi her gün, azar azar, öldürüyoruz yavaş yavaş. Ön yargılarımızla öldürüyoruz, nefretimizle öldürüyoruz, yanlış anlayarak öldürüyoruz, belki de çoğu kez yalnız bırakarak öldürüyoruz. Sevgisizlikle öldürüyoruz; kinle, ayıplayarak ve hiç utanmadan öldürüyoruz ve kanser gibi yiyip tükettiğimiz bu bedeni öldürünce kendimiz de ölüyoruz.

Oysaki çiçekler bile sevgiyle büyüyor. Kar yağsın, isteyen deniz kenarına taşınmamalı zira deniz kıyısı az kar tutar ama biz hem vazgeçmiyoruz denizden hem de kar yağsın istiyoruz. Hem bize göre olsun dünya hem kafamız rahat olsun. Herkes bizimle aynı takımı tutsun, aynı rengi sevsin, aynı gazeteyi okusun istiyoruz. O nedenle hepimiz yaralı bereli, birbirimize attığımız taşlarla ölüyoruz. Manuel Puig benim de en sevdiğim kitabı ve daha sonra aynı adla filme uyarlanan ‘Örümcek Kadının Öpücüğü’nde çok güzel anlatmıştır bu durumu ama yine de farklılıkları anlamak için cezaevine mi düşmek gerekir? Unutulmaz bir Yeşilçam filmi ‘Karagözlüm’ün bir sahnesinde şöhret olan ve geldiği yeri unutan balıkçı güzeli Azize’ye aşkını anlatan meçhul bestekârın şarkısını okurken, aklı başına gelen ve kendini yalnız hisseden balıkçı güzelinin çok güzel bir sözü geldi aklıma “Her şeye sahip olmak isteyen, elindekini de kaybeder.” İş işten geçmeden anlamalı insan, seveni de, sevdiğini de..

İyi hafta sonları efendim.

Zeynep Çay

[email protected]