Dolar 32,5994
%0.38
Euro 34,7372
%0.01
Altın 2.498,100
%0.55
Bist-100 9.525,00
%0

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

KENDİNE PRATİK

Ama hem önemli hem de kıssadan hisse bir anı. Arkadaşım benden takribi 7 - 8 yaş büyük bu arada. Babasını 10 yıl evvel toprağa verdi. Allah rahmet eylesin.

Rahmetli, 1960 yılında Almanya ya işçi olarak gidenlerden. Ama akıllı bir adam. Almanların o dönem ünlü bir televizyon markası var. Orada işçi olarak çalışmaya başlıyor. İlk altı aydan sonra, çalışma azmi ve pratik zekâsı ile dikkatleri üzerine çekiyor. Kısa sürede terfi edip, sorumluluğu artıyor. Daha sonra bir terfi, bir terfi daha. Derken 1965 yılında yönetim kademesinde görevli birisi oluyor. Genel müdürle, diğer müdürlerle arası çok iyi. Ailecek falan görüşüyorlar çoğuyla. Maddi durumları çok iyi. Her yaz 35 gün izni var. Gidiş geliş toplam 40 günü Türkiye de geçiriyorlar. Gayet mutlu mesut bir hayatları var yani.

Bir gün rahmetlinin çalıştığı bu televizyon üreten şirketin yemekli toplantısı yapılıyor. Her yıl yapılan bir toplantı. Şirketin üst düzey yöneticilerinin aileleri ile katıldığı toplantılar olur ya hani. İşte onlardan. Genel müdürlerden şirket hissedarı büyük patronlara, personel müdürlerinden, muhasebe müdürlerine kadar tüm yöneticiler iştirak ediyorlar. Almanya’nın üst düzey bir restoranında buluşuluyor. Yöneticiler takım elbiseli. Hanımlar gayet şık. Herkes jilet gibi giyinmiş. Pürü pak olmuş, yemekli toplantıya gelmişler. Aylardan ocak tabi. Kış kıyamet. Hava soğuk. Diyeceksiniz, Almanya’da hava ne kadar soğuk olabilir ki? Hem de nasıl olur, hiç anlamazsınız. Sivas gibi. Evet Sivas gibi. Erzurum da çok soğuk olur, Van da, Ağrı da, Kars da. Ama bilirsiniz. Bizim memlekette Sivas’ın soğuğu meşhurdur. Hatta şöyle bir esprisi bile vardır: “Soğuğa sormuşlar, memleket neresi, diye. Aslen Erzurumluyum ama Sivas’ta yaşıyorum” demiş.

Almanya’nın bazı bölgeleri, şehirleri de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi çok soğuk olur. Neyse, konuyu dağıtmayalım. Dediğim gibi, televizyon şirketinin tüm üst düzey yöneticileri bir arada. Normalde mevkii gereği arkadaşımın babasının o toplantıda olması gerekmiyor. Fakat Genel Müdür ısrarla onun da katılmasını istiyor. Adam epey dikkat çekmiş. Çok uzatmayayım. Restoranın girişinde buluşuyor ağalar. Hoş beş edip, içeri giriyorlar. Kapıda smokiniyle bir görevli karşılıyor onları. Almanca hoş geldiniz efendim, buyurun, diyor. Tabi dedik ya, mevsim kış. Herkesin üzerinde kaban, mont vs.

Bir restoran çalışanı daha yardıma geliyor ve konukların montlarını, kabanlarını alıp portmantoya asıyorlar. Ama ekip kalabalık. Bir sürü ağır kürk, mont vs… Son kabanı da asarken, hooop, portmanto gürültüyle çöküyor. Bütün eşyalar yerde. Kısa süreli bir panik. Restoranın müdürü dahil çalışanlar koşup geliyorlar. Portmanto yerle bir. Herkes şok. Hemen restoran yöneticisi özür dileyip, yere düşen montları aldırır. Yöneticiler montlarını alırlar. Restoran sorumlusu, kendilerine rica ederek, mont ve kabanları ile masalarına oturmalarını, portmantoyu hemen tamir edip, kendilerinden alacaklarını söyler. Yöneticiler de anlayışlı tabi. Hay hay, olur böyle şeyler havasında, kendileri için ayrılan masaya geçerler.

Bizim arkadaşın babası hariç, hepsi montunu, kabanını, gocuğunu kucağına alarak otururlar. Arkadaşın babası ise masaya gelir, montunu tek hamlede sandalyenin arkasına giydirir ve sonra da oturur. Şimdi diyeceksiniz ki; Ne var bunda? Bir şey yok tabi, sana göre bana göre. Bizim için sıradan bir hareket. Ama o tarihlerde hele ki, Almanlar, hatta Avrupalılar böyle şeyleri bilmezler. Onlar için tuhaftır. Sandalyenin arkası mont için değildir. Oturup, sırtını yaslamak içindir. Onlar mevzuya böyle bakıyorlar. Tabi genel müdür bu hareketi görünce, oturduğu yerden ayağa kalkar ve şöyle der: “Oooo! Bravo! Çok pratik bir çözüm. Harikasın! Herkes rahmetliye dikkat kesilir ve takdir ederler. Rahmetli şaşkın. Kendisi Türkiye de kıraathaneye gittiğinde sürekli yaptığı şeyi yapmıştır oysa. Fakat, genel müdür, bu konuşmasının sonunda şu cümleyi de kurar. “Siz Türkler, gerçekten çok pratiksiniz. Ama, sadece kendinize pratik!” 

Adam, Türk insanını çok iyi tanımış aslında. Yani, zekamızın pratikliğimizin, bireysel boyutta kullanıldığını anlamış. Hani, elektrik parasından tasarruf(!) için yaptığımız türlü pratik(!) hileler var ya? Ya da vergiden kaçınmak(!) için çevirdiğimiz dümenler var ya? Hani memleketimizi ziyarete gelmiş turistleri, ha babam gezdirip gezdirip, taksimetreyi coşturan taksici kardeşlerimiz var ya! (Bunları yapmayanları tenzih ederim) İşte onlardan dem vuruyor. Memleket için hamle yapan yok. Yaparsa, salak muamelesi görür çünkü. Ama hile hurda, ne yaparsa yapsın, kazanç sağlayan herkes hürmet görür bizim memlekette. Yalan mı? Koy elini vicdanına söyle şimdi? Yalan mı?