Dolar 32,5646
%0.16
Euro 34,9057
%0.7
Altın 2.439,790
%0.29
Bist-100 9.645,00
%-0.5

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

IŞIĞI AÇ

Covid vakalarında, düşmeyen rakamlarla beraber maalesef ‘hafta sonu’ kısıtlaması için yeni bir haber ve bilgi yok görünürde. Hele ki mutasyona uğramış yeni bir tür dünyayı kasıp kavururken, yasaksız hafta sonlarının hayalini kurmak biraz zor bir ihtimal, sanırım en azından bir süre daha salonumuz ve mutfak arasında çıkıp dolaşacağımız Cumartesi ve Pazarlar yaşayacağımız aşikâr.

Düşmeyen vakalar, mevsim normallerinin üstünde seyreden havalar, yağmayan yağmur, sınırın altında kalan barajlar, genç nesilden yükselen sesler derken gerçekten çok yoğun bir haftayı daha geride bıraktık. Durup düşünüyorum, kendi sessizliğimiz içinde bir an koşmayı bıraktığımızda aslında dünyanın ve insanlığın ne kadar yorgun olduğunu fark ediyorsunuz. Hep yoğun ama bir o kadar yorgun. Sürekli acelesi olan insanlar, hep yetişmek zorunluluğu, sürekli ısrarla çalan kornalara eklenen ısrarcı telefonlar, ayaküstü içilen kahveler ve tatsız bir hayat. Birbirinin yüzüne hiç bakmayan ve empati yapmayan insan ordusu. Hiç farkına varmadan geçirilen bir ömür ve hiç yetmeyen ve yetmeyecek bir zaman. ‘Nereye gidiyoruz?’ ‘Nereye gidiyor insanlık’?

Yakın tarihimizden beri sürekli evirilen ve değişen insanlık yine yakın tarihimizde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. ‘Her şeyin mutlaka bir sonu vardır.’ ilkesi teorik açıdan da doğru. Şu an çalışma masalarımızı süsleyen birer biblo olan ‘dinozor’ çeşitleri bir zamanlar bu dünyanın sakinleriydi. Hızla yaptığımız hatalar bizi de bu kaçınılmaz sona götürmek üzere. Yerimize robotlar gelir mi bilinmez ama her gün kullandığımız ve prizde bıraktığımız şarj aletlerimiz bile bu sona bizi hazırlıyor. İnsanlar, arabaları ve çevreye yaydıkları egzoz dumanları. Çevre kirliği artık durduramaz bir hal aldığında, her şey çok hızlı gelişmeye başlayacak zaten. Büyük bir hızla eriyen kutupların, okyanuslarda ki akıntılara karıştırdığı fazla miktardaki temiz su, deniz seviyesindeki tuz miktarını bozarak iklimi hızla soğutacak ve bu durum çok uzun bir müddet içinde yaşanmak zorunda olunacak yeni bir ‘buzul çağı’ demek. Dünya için bir kıyamet senaryosu gibi görünebilir ama daha önceden yaşanmış bir gerçek ve birçok türün yok olmasına neden olmuş. ‘Dünyanın sonu ya buzla gelecektir ya da ateşle’ diyen kutsal kitaplar bir noktada sözleriyle bilimsel verilerle birleşiyor. Kutuplardaki erime devam ederken ne yapabiliriz diye sorarsanız sanırım çok geç kaldık. Belki bu gidişi biraz daha ertelemek adına tam olarak tükenmeden tüketmekten vazgeçebiliriz. Dikkatinizi çekmem gerekirse yapacağımız her şey sadece yaşanacak olan sürecin olma zamanını uzatabilmeye yetebilir.

Sadece elektrik prizinde boş duran şarj aletinizden başlayabilirsiniz. Ufacık bir hareket büyük bir dalga yaratır yeter ki birbirimizin fikrine saygı gösterelim.

Aslında kocaman bir cehennem çağında yaşıyoruz. Dünya hızla yokluğa yuvarlanırken birbirinin fikrine saygı duymayan ve ruhsal imha yapan insanlık Şam’dan gelecek bir kurtarıcı bekliyor mu hâlâ bilmiyorum çünkü şu gün dünyaya ‘mesih’ gelse yaşadıkları karşısında gözlerine inanamazdı.

Bu dünya bizim evimiz, her şey bizim elimizde karanlık olmadan ve her şey bitmeden yapabileceklerimiz henüz varken ve her şeyi tüketmemişken haydi.

Gökyüzü hâlâ aydınlıkken ve gökkuşağı varken kaldır başını ve yukarı bak.

İçindeki karanlığa bir ışık yak, unutma bir mum aydınlatır dünyayı, sen yak.

Korkma ne demiş Lindita Ahmeti;

“Sen bana;

Damlar üzerinde dolaşan ruhlardan,

Meçhul bilinmezliklerden,

Hiç sahip olmadığım güzelliklerden bahsediyorsun,

Ben sana;

Işığı aç, diyorum.

Açın efendim bütün ışıkları.”

Zeynep Çay

[email protected]