Dolar 32,4573
%-0.09
Euro 34,6726
%-0.86
Altın 2.436,330
%0
Bist-100 9.883,00
%1.71

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

BİRAZ DAVY JONES'DAN, BİRAZ BABA MARTA'DAN

‘Siz, Davy Jones olsaydınız?’

Kötülük ve kötü!! Beyinlerimizde tehlike sinyali veren iki kelime. Eski Türk filmlerinden hatırladığımız, o benliğimizin öteki tarafı, yasaklı bahçesi. Peki, nedir bu ‘kötülük’, kimdir ‘kötü?’ İnsanoğlunun varlığından beri süregelen bir kelime bu, çok eski çağlardan beri, hatta Kabil’den beri. Tanrıya sunduğu hediye beğenilmeyen Kabil, günahsız kardeşi Habil’i acımadan ölmüştür. Bütün kutsal kitaplar, bütün dinsel doktrinler kötüden söz eder ve mutlaka, günün birinde iyilerin kazanacağını söyler, hatta garanti verir. Kötüler mutlaka ceza çekeceklerdir. Peki, kim bu kötüler, neden varlar?

Kimse iyi ya da kötü olduğunu bilerek doğmaz demek ki bu sonradan kazanılan bir evrilmedir. İnsan, zaman içinde ‘kötü’ ya da ‘iyi’ olur ve bu sadece insana özgüdür, siz asla kötü bir aslan, zalim bir kurt göremezsiniz çünkü hayvanları yöneten içgüdüleridir, bizi yöneten şeyse tamamen duygularımız. Peki neden? Bir insanın kötülüğü seçmesinin nedeni nedir? Kim bunu ister? Hepimiz iyilik ve iyilerle o kadar meşgulüz ki sanırım kötüleri kendi kaderine terk ettik. Keşke bir an için, kötünün de penceresinden bakabilse insan, o yasak bahçeye, o karanlık krallığa gidebilse. Belki aynı şartlar bizim olsa, aynı şeyleri yapacağımız birçok noktada karalamadan anlayabilsek. Zevk veren, sadist bir kötülükten bahsetmiyorum, bunun altını kalın çizgilerle çizmek isterim burada mecbur kalınan bir kötü yoldan, aldı çıkan bir ‘kötülük’ den söz ediyorum.

‘Kötü adam’ olmak ya da ‘cadı Sıla’ olmak o kadarda kolay değil sanırım bu hayatta. Birileri sizi sürekli karalıyor, anlamıyorlar, hatta sizi yanlış tanıyorlar.

Sinema sektörü, son zamanda bu konuda inanılmaz atılımlar yaptı. 2014 yılında, Amerikan sinemasına damgasını vuran, Luke Evans filmi, ‘Dracula Untold’ bu konuya en güzel örneklerden bir tanesi. Bütün dünyanın, zalim bir kont olarak bildiği Eflak prensi, Vlad Tapeş’in okunaklı öyküsünden yola çıkarak, bize kötünün penceresinden bakmanızı sağlayan bir yapım. Aynı şekilde çok sevdiğim yönetmen Serdar Akar’ın 2019 yapımı ‘Acı Kiraz’ filmi de yoksul bir Balkan şehrindeki bir avuç kötü insanın da penceresinden olaylara bakmamızı sağlayan çok güzel bir başka örnek. Bu kötü adamların hepsi, şartlar farklı olabilseydi ‘kötü’ olurlar mıydı?

Bir kaç yıl önce, New York’taki bir hastanede Peter ve Liza adlarında bir çiftle tanışmıştım. Liza, kanser hastasıydı ve hastalığın son evresindeydi. Hastanede yatan eşini hiç yalnız bırakmayan Peter, Liza’nın ona her gün ‘Davy Jones’un hikâyesini anlattırdığını söylerdi, bu hikâye genç kadının acılarını hafifletiyormuş. Bir kaç hafta sonra Liza öldü, kocası Peter’ı hiç görmedim, onların ardından Davy’ in hikâyesini tekrar okudum. Ters akıntıya karşı gemi kullanmakla ünlü, Hollandalı genç kaptan. Çıktığı bir sefer sırasında işler yolunda gitmeyip, fırtınaya yakalanınca mürettebatın ‘mola verelim’ ısrarlarına uymayıp, denize karşı gelmiş ve ‘Ümit burnu’nu geçmek istemiştir. Gemisi lanetlenmiş, mürettebatı dağılmıştır. Efsane gemi ‘ Uçan Hollanda’nın’ kaptanı ömrünün sonuna kadar karaya ayak basamayacak ve denizlerde ölenlerin ruhlarına rehberlik edecektir. Bu kara kaderine ve lanetine tam boğun eğdiği sırada Atlas’ın karanlık sularının deniz tanrıçası ‘Kalipso’ ile birbirlerine âşık olurlar ve Davy için umut çiçek açar, eğer 10 yıl sonunda karaya ayak bastığında, Kalipso gelirse bu lanetten kurtulacaktır. 10 yıl geçer, Davy Jones karaya çıkar ama Kalipso gelmez, çünkü deniz gibi, tanrıçası da kararsızdır. Umudu sönen, gururu kırılan Davy Jones kalbini bir hançerle söker ve bir sandığa saklar o artık bütün denizcilere korku salan zalim ve kalpsiz bir canavara dönüşmüştür. İnsanların hayatlarını belirleyen şartlardır, bazen kötü olmamızı da şartlar belirler. Biraz Davy Jones’dan biraz kazıklı bey Vlad’dan biraz da bildiğimiz birçok kötüden yola çıkarsak aslında hepsinin zalim kalplerinin altında yatan kalp burkan bir hikâyeleri vardır. Siz yine de ön yargılarınızı bir kenara bırakın ve düşünün hayatlarımızı biz seçmiyoruz ya siz ‘ Davy Jones’ olsaydınız?

Baba Martayla içimize gelen bahar

Karlar eriyip sulara karıştı, beklenen bahar kapıda. Yine kar yağışı bekleyen, benim gibi beyaz tutkunlarına ne yazık ki kötü haber ‘cemre’ düştü.

Baharın gelişiyle beraber, hayatımızın sisli günleri son bulur mu, gri hava dağılır mı bilmiyorum ama umudum var bu nedenle bileğime her yıl Mart ayının ilk günü ‘marteniçka’ bağlıyorum. Kırmızı ve beyaz yün ipten yapılan bu bileklikler çeşitli dileklerle bağlanıyor kollara. Kimi aşk, kimi mutluluk, kimi de sonsuz sağlık diliyor ‘Baba Marta’ dan, sonrada bir leylek veya kırlangıç görmeyi bekliyor, eğer ki şanslıysa bileklik ilk çiçek açan ağaca asılıp doğaya bırakılıyor. Doğanın uyanışını, tazelenişini anlatan çok güzel ve eski bir ritüel aslında. Bundan yıllar önce, ilk kez Üsküp’te yaşadığım yıllarda Bulgar bir arkadaşım hediye etmişti, şimdi o zaman ne dilek dileğimi hatırlamıyorum ama geçen uzun yıllardan sonra, bu yıl bütün insanlık için güzel şeyler dileceğim. İnsanın, başkaları için güzel şeyler dileyebilmesi, kendinden ayrı başkalarını da düşünebilmesi o kadar hafifletici bir duygu ki. Önceleri insanlara sadaka verirdim, zamanla en iyi sadakanın tanımadığın insanlar için iyi şeyler dilemek olduğunu anladım. ‘Ben’lerin ve benci’lerin dünyasında, biliyorum ki dileklerim kendine küçücük bir yer bulacak ve kimilerinin yüreğine dokunacağına eminim. 1 Mart itibariyle, bilekliğimi sol bileğime takacağım ve bu yazımı okuyan değerli okurlarım, sevdiklerim, bildiklerim ya da bilmediklerimin yüreğinden geçen ne varsa gerçek olmasını dileceğim. Bütün dünyanın iyi olmasını dileceğim, biliyorum bazılarınıza komik geliyor, “2 Mart’ta her şey yine aynı olacak,” diyorsunuz ama vaktiyle çok sevdiğim bir adamın, bir sözünü hatırlattı bu durum bana her zaman ‘Bir, sıfırdan üstündür,’ derdi. Yüreğinizdeki, bütün dilekleriniz gerçek olsun, umutlarınız bahar gibi tazelensin, içinizdeki yaşama inancı bahar dalları gibi çiçek açsın ve her bir arzunuza cemreler düşsün, bütün sisler, gri bulutlar kaybolsun.

‘Baba Marta’ bizi duyar mı bilmiyorum ama duyacağını umut ediyorum. Bütün umutlarımla Mart’ın sonunda bilekliğimi ‘Doğa Ana’nın kucağına bırakmayı daha şimdiden iple çekiyorum. Sonrası gelsin bol güneşli günler, gelsin yaz.

Hepinize güneşli hafta sonları, içinizdeki yaz hep var olsun.

Zeynep Çay

[email protected]